Abimin sevecen mi sevecen, akıllı mı akıllı büyüyünce büyük işlere imza atacağına inandığım ufak bir oğlu var: Batuhan (13). Onunla zaman geçirmeyi çok seviyorum. Neden bilmiyorum etrafı gözlemlerken bana sorduğu sorular tam istediğim kıvamda oluyor her defasında. Binbir incelikle sorduğu o sorulara bende binbir kurnazlıkla cevaplar veriyorum ki işte o anlar ikimizinde inanılmaz mutlu olduğu anlar oluyor.
Bugün fırsatını bulup onunla sinemaya gittik. Sosyal medya’da adından sıkça söz ettiren benimde beğendiğim bir filmdi: Büşra. Gerek oyuncuları gerekse filmin konusu ayrı bir haz vermişti bana. Klasikleşmiş senaryolar, hep aynı kurgu üzerine kurulu filmlerden sıkıldığım için belkide.
Fiyaskoya dönüşen türban defilelerinden, gençlerin çılgınca eğlendiği maskeli balolara, ara sokaklardan mahalle kavgalarına kadar İstanbul’un en güzel ve en kirli yerlerinin varolduğu, sevginin, baskının ve en önemlisi yalnızlığın sorgulandığı bir dram Büşra. Türkiye’nin ve Türklerin birbirlerini kırmaya ve birbirlerinden uzaklaşmaya meyilli olduğu bir dönemde, en insancıl ve doğal duyguların imkansız mücadelesi bir bakıma. Sonunda ortaya çıkan kaçınılmaz trajedi ise, yaşadıkları toplumun en üzücü gerçeğini onlara mutlak bir biçimde anlatacak: Hoşgörü olmayan toplumlarda, insanlar yalnızlığa mahkumdur.
Arthur Schopenhauer der ki: Zeki bir insan yalnızlıkta, düşünceleri ve hayal gücüyle mükemmel bir eğlenceye sahiptir.
attıgın başlıga :) ahh yalnızlık.. desem..
@Resul, aynen bende öyleyim : )
@SessizCrew, de bakalım evren nasıl bir tepki verecek sana.